Books
Books

Mesnevi
Mesnevi Seti – 3 Kitap Takım – Vuslatın 750. Yılı – Kutulu Kitap Açıklaması
Mesnevi 1
Mevlânâ’nın, Mesnevi’yi Hüsameddin Çelebi’nin ricasıyla yazmaya 1260’da başladığı, 1268’de bitirdiği söylenir. Fürüzanfar’e göre Mevlânâ kendi Mesnevi’sine şunu yazdırmıştır: “Mesnevi’yi belki ayak altına koyarak göklerin tepesine çıkmak için söyledim.”
“Modern standartlara göre değerlendirildiğinde, Mesnevi çok uzun bir şiirdir: neredeyse İlyada ve Odysseia’nın toplamı kadar ve İlahi Komedya’nın yaklaşık iki katı kadar dize içerir. Ama bu karşılaştırmalar onu gerçekte olduğundan daha kısaymış gibi gösterir, aslında Mesnevi’nin her mısrası yirmi iki heceli olduğundan 25.700 mısralı Mesnevi gerçekte 33.500 mısralı Faerie Queene’den çok daha kapsamlı bir eserdir.” –Reynold Alleyne Nicholson
Mesnevi 2
“Rumi soyadlı Celâleddin tarafından yazılmış, din, tarih, ahlak ve siyasetle ilgili çeşitli konularda Mesnevi adlı şiirsel bir eser. Bu şiir İran’da çok beğenilir ve gerçekten takdiri hak eder.”
–Fars Dilindeki En Değerli Kitaplara Dair Bir Katalog
“Mesnevi gibi sıradışı bir kitap belki de bir insan tarafından yazılmış olamaz. Shakespeare ve Chaucer dışında Mevlânâ’yla karşılaştırılabilecek bir yazar tanımıyorum.” –Sir William Jones
Mesnevi 3
“Mevlânâ kendi Mesnevi’si için `O bir vahdet dükkânıdır’ der ve ekler: `Söylemek zorunda olduğum her şeyi söyleseydim kırk deve taşıyamazdı.’”
–Annemarie Schimmel
“Mesnevi yazıldığı tarihten itibaren bütün İslam âlemine yayılmış, aklı başında, zevki yerinde, bilgisini hazmetmiş herkes tarafından büyük bir saygıyla, sevgiyle benimsenmiş, dini ve hele tasavvufi bahislerde Kur’an-ı Kerim ve hadislerden sonra ilk kaynak sayılmıştır.” –Abdülbaki Gölpınarlı

Diri Gömülen
Diri Gömülen, Sadık Hidayet’in karanlık ve derin anlatımını öyküyle buluşturduğu ilk kitabıdır. Sonraki metinlerinde geliştireceği temel izlekleri haber veren ve Kafka, Poe gibi modernlerle buluşma noktalarını gözler önüne seren Diri Gömülen’deki öyküler, insan ruhunun tenhalarına iner, yaşamla ölüm arasındaki ince çizgide dolaşır. Hidayet’in sıradışı sesiyle çöküşün ve çatışmanın şarkısını söyleyen yalnızlık, yabancılaşma ve ölüm temaları okuru bir yandan huzursuzluk veren bir gerilimle sarmalarken bir yandan da karanlıkla yüzleşmeye zorlar. Dünyasının merkezine aykırıları, uyumsuzları, dışlanmış ve kovulmuşları yerleştirmiştir Sadık Hidayet. Diri Gömülen’de çıkışsız bir evrende varoluşun kırılganlığını intihar üzerinden ele alır, onu bir kaçış ya da çözüm olarak değil, bir içsel özgürlük ve boşluk arayışı olarak sunar.

Üç Damla Kan
İntihar ya da cinayet. Ölüm ya da doğum.
Melankoli ya da gerilim. Trajedi ya da eleştiri.
Modern İran edebiyatının öncüsü Sadık Hidayet,
ikinci öykü kitabı Üç Damla Kan ile karanlık bir dünyanın kapılarını aralar. İran’ın toplumsal sorunlarını sert bir gerçeklikle gözler önüne serer: Fakirlik, batıl inançlar, ikiyüzlülük, kadının ikinci planda kalışı ve yozlaşmış düzen gibi toplumun aksayan yanlarını, ahlaki ikilemlerini ve kirli gerçekliklerini cesurca sorgular. Aynı zamanda bireyin bunalımlarını ve çelişkilerini irdelemeye, insan ruhunun derinliklerindeki anlam arayışına devam eder; insan tabiatının karanlık ve tekinsiz yanlarına ışık tutar.
Üç Damla Kan, geleneksel Doğu toplumunun çelişkilerinden beslenen ama odağına insan ruhundaki mücadeleleri alan öykülerden oluşur. Aşk, tutku, şiddet ve ölüm iç içe geçerken, şüphe ve güvensizlikle dolu karakterlerin yalnızlıkları ve yabancılaşmaları ön plana çıkar.

Aleviye Hanım
Yoğun eleştirilere, tasfiye politikalarına ve yasaklamalara sıklıkla maruz kalan Sadık Hidayet’in, 1933 yılında kaleme aldığı Aleviye Hanım az bilinen bir romanıdır. Türkçeye ilk kez kazandırılan metin, ruhban sınıfına ve halkın dini hassasiyetlerini suistimal edenlere eleştiri niteliğindedir.
Hikâye hac yolculuğundaki bir araba dolusu insan hakkında olsa da yozlaşmış bir kadın olan Aleviye Hanım’ın etrafında şekillenir. Yolculukta başına gelen maceraların yanı sıra geçmiş hesaplaşmaları anlatılırken, tüm karakterler eteklerindeki taşları dökmeye başlar.
Kirli işler ve çarpık ilişkiler sorgulanır, hurafeler ve halkın batıl inançları ironiyle ele alınır.

Hacı Ağa
Her gün avlusunda oturup misafirlerini ağırlayan, ricacıları dinleyen, gerçek bir “şark kurnazı” ve her dönemin adamı olan Hacı Ağa, çıkarları için her yolu mubah gören mizahi bir karakterdir. Keskin, gerçekçi bir gözlemin ürünü olan Hacı Ağa, toplumsal hiciv niteliğinde, sosyo-politik özelliğiyle öne çıkan bir romandır. Sadık Hidayet bu büyük romanda okuru İkinci Dünya Savaşı’nın bütün şiddetiyle devam ettiği yıllarda İran toplumunun ve siyasetinin gerçek dünyasına götürür; İran siyasetinin ve gündelik hayatının panoramasını çizer. Dönemin “Şark dünyasına” ironik bir üslupla yaklaşan Hidayet siyasilerin ve ileri gelenlerin nasıl bir bataklığa gömülüp, halkı nereye doğru çektiklerini gözler önüne serer.

Aylak Köpek
Edebiyatında hep kayıpları, bireyin kaçışsızlığını, çıkmaz sokakları anlatan Sadık Hidayet’in öykücülüğünün son, belki de en dokunaklı durağı: Aylak Köpek. Merhametin çağımıza vedası; saf ve temiz kalanı çiğneyip geçen adımlar; insan kalplerinde, çocuk başlarında, hayvanların masumiyetinde dolaşan soğuk, hoyrat, acımasız eller.
Tarihin en büyük yıkımlarından birinin ortasında, İkinci Dünya Savaşı’nın karanlığında yayımlanan bu kitap Hidayet’in toplumun kıyısına itilmiş insanlarını, anlamsızlığın pençesinde kıvrananları, sokaklarda kaybolanları anlattığı, sarsıcı hikâyeler toplamı. İran’ın da siyasi ve toplumsal çalkantılar içinde savrulduğu bu yıllarda insan ruhunun değişmeyen kırılganlığına ve çaresizliğine dair kaleme alınan öyküler savaşın, yoksulluğun ve umutsuzluğun şekillendirdiği bir zihnin aynasından görüntülerdir. Sadık Hidayet’in melankoliden mürekkep kaleminin ve edebi mirasının son halkası olan Aylak Köpek, bir yandan yerel ve kültürel referanslarla doluyken bir yandan da evrensel bir insanlık hali sunar.

Vejetaryenliğin Faydaları
“Kendi kalplerimizin doğal ve saf duygularını zorla bastırmadığımız sürece, her insanın içindeki diğer hayvanları öldürme ve onlara acı çektirme duygusundan nefret edeceği açıktır. Ayrıca insanlar yedikleri hayvanları bizzat kendileri öldürmek zorunda kalsaydı, çoğu et yemeyi bırakırdı.”
Vejetaryenliğin Faydaları, modern İran Edebiyatının cesur, güçlü kalemlerinden Sadık Hidayet’in 20. yüzyıl başlarında kaleme aldığı denemelerini bir araya getirdiği kitabıdır. Et tüketimini vicdani boyutuyla değerlendirerek, insanlık eleştirisi olarak ele alan Sadık Hidayet vejetaryenliği bir dünya görüşü olarak savunuyor. Kendisini savunamayan, masum canlıları işkenceyle öldürmeyi, onlara acı çektirmeyi ve zulmetmeyi insanlık onuruna ve makamına edilmiş bir küfür olarak yorumluyor. Tarihin önemli şahsiyetlerinden aldığı referanslara ve bilim insanlarının deneylerine dayanarak vejetaryenliğin bedensel ve ruhsal faydalarını açıklıyor. Okuru doğa, insan, ahlak, merhamet ve hak kavramları üzerinde yeniden düşünmeye cesaretlendiren Sadık Hidayet’in Vejetaryenliğin Faydaları günümüzde de değerini koruyor.

Alacakaranlık
Sadık Hidayet, Alacakaranlık’ta tekinsiz kurmaca atmosferini sürdürüyor. Ancak bu kez melankoli ve bireyin yalnızlığının ötesinde mistisizm, mitoloji ve bilimin sınırlarını zorlayan bir dünya kuruyor. Alacakaranlık, Budizm öğretilerinden İran uygarlığının kadim efsanelerine, bilimkurgu öngörülerinden insan ruhunun karanlık labirentlerine uzanan bir öykü evreni kuruyor. Hayal ile gerçek, yaşam ile ölüm arasındaki o belirsiz sınırda bir perde aralanıyor. Bilinç ve gerçeklik kavramları sorgulanıyor, kader ve yeniden doğuşun gizemi keşfediliyor, distopik bir gelecek tasavvuru sunuluyor. Sadık Hidayet’in gözlemdeki ustalığıyla parlayan kalemi, geçmişin gölgeleri ve geleceğin bilinmezliğini aynı cümlede buluşturuyor. Metafizik ve rasyonel dünya arasındaki çizgi giderek silikleşirken okur, bir kez daha insan ruhunun en derin korkularıyla yüzleşmeye çağrılıyor.

Yaralarım Aşktandır
“Her milletin kültürel sembolleri vardır. Mesela İngilizlerde Shakespeare gibi, çağdaş İranlılar için ise Furûğ Ferruhzâd bir semboldür. İran şiirinin modern kimliğini oluşturan kişidir.”
-Abbas Kiyarüstami
Furûğ Ferruhzâd, İran şiirinin modern kimliğini inşa eden en güçlü ve özgün seslerden biridir. Şiirlerinde aşk, yalnızca bireysel bir tutku değil; insanın dünyayı algılama ve anlamlandırma biçimidir. Bu temayı toplumsal özgürlük arayışıyla harmanlayan şair, hem içerik hem de biçim açısından klasik Fars edebiyatına meydan okumuş, modern şiirin yolunu açmıştır.
Kadın kimliğini ve bireyselliği cesur bir şekilde dile getiren Ferruhzâd, şiirlerini ataerkil toplum yapısına karşı bir başkaldırı manifestosu olarak şekillendirir. Yeryüzü Ayetleri’nde bir araya getirdiğimiz beş şiir kitabında aşk, yalnızlık, doğa ve toplumsal eleştiri gibi temalar, derin bir lirizmle birleşir. İlk şiirlerinden itibaren fark edilen yenilikçi bakışı, son eserlerinde edebi olgunluğa ulaşır ve onu yalnızca İran’ın değil dünya edebiyatının da benzersiz figürlerinden biri kılar.

Rubailer
Mademki mutlak gerçek elimizde değildir
Ömrü şüphede ümitte geçirmek de nedir
Sakın düşürmeyelim kadehi elin ayasından
Sarhoş olunca ayık da sarhoş da birdir
Ömer Hayyâm’ın rubâîleri, yaşamın anlamına, zamanın akışına, insana ve varoluşa dair temel sorular sorar; yalın ama derin yanıtlar verir. Yüzyıllardır, Doğu ve Batı edebiyatında iz bırakan bu rubâîler hayatın geçiciliğini kucaklamak için bilgece bir yol sunar. Bir şairden daha fazlası olan Hayyâm, şiirlerinde bazen yaşamın coşkusunu bazen ölümün kaçınılmazlığını dile getirirken daima insana dair hakikatin izini sürer. Aşk, şarap, yaşam ve ölüm temaları etrafında örülen bu yalın dörtlükler evrensel insanlık hallerine ışık tutar. Dogmalardan uzak, özgür bir bilincin izini taşır Rubâîler. İran sınırlarını aşarak dünya edebiyatında yankı uyandıran, kültürlerarası bağlar kurmuş Rubâîler’in Farsça aslından çevirisi, Hayyâm’ı Türkçenin incelikleriyle buluşturuyor.


Merhaba Hüdhüd
İran’ın meşhur bilgesi, şairi ve velisi Feridüddin attar’ın Mantıku’t-Tayr’ı Beydeba’nın Kelîle ve Dimne’si ile başlayan fabl türünün hikmetamız tarzının zirveye çıkmasıdır.
12-13. Yüzyılda yaşamış olan Attar, Şark’ın mazmun-remiz ve alegorik üslubunu tasavvufla uzlaştırarak parçadan bütüne varan bir hikmet anlayışı geliştirmiştir.
Biz, metin bütünlüğü oluşturmak için kitabın sadece kuşlarla ilgili bölümünü nazmen tercümeye çalıştık. Bunu günümüz diliyle ve şiirselliğini yok etmeden yapmaya gayret ettik.
Böylece Attar’ın anlattığı hakikat yolculuğunun düzenli bir seyrini oluşturduğumuzu ümit ediyoruz.

Tarihten Edebiyata Şeyh Bedreddin
183 sayfa. 14×20 cm
Şeyh Bedreddin, tarihi, efsanevi ve etrafında rivayetlerin oluştuğu bir kişiliktir. Kimilerine göre Osmanlı Devleti’ni yıkmaya niyetlenmiş bir “mülhit”, kimilerine göre bir halk kahramanı, kimilerine göreyse sosyal düşüncenin erken dönem öncülerinden biri olan Şeyh Bedreddin’in bu tartışmalı kimliklerinin netleşmesi için; hayatı, eserleri ve fikirleri yönüyle bir tahlile tabi tutulması gerekiyordu.
Bu çalışma, Şeyh Bedreddin biyografisi değildir. Bu çalışma, Şeyh Bedreddin’i aklama ya da suçlama çalışması da değildir. Bu çalışmanın amacı içerisinde, Şeyh Bedreddin’in fikirlerinin analizi gibi bir gayret de bulunmamaktadır.
15. yüzyılın Simavne Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin diye anılan aykırı tasavvuf şeyhi ve din bilgini Şeyh Bedreddin’in tarihi bir kişilikten edebi bir imaja dönüşmesinin seyrinin takip edildiği bu çalışmada Şeyh Bedreddin’in hayatını, yetişme biçimini ve kişiliğini oluşturan etkenler göz ardı edilmedi. Şeyh Bedreddin’in bir fıkıh öğrencisi olarak başlayan ilmi hayat

Üçüncü Hat
Mevlânâ Celaleddin Rumi, Şems’in Tebrizli olmasından dolayı över Tebriz şehrini… Buradaki muhatabı elbette ki Şems-i Tebrizî’dir. O halde Şems kimdir?
Hiç kuşkusuz Şems tarihî bir kişiliktir. Pir, yolcu, iradesinin ve muradının peşinden giden, coşkun yaradılışlı biridir. Ama aynı zamanda Mevlânâ’nın manevi doğurucusudur. Başka bir deyişle Mevlânâ’yı ikinci kere doğuran kişidir.
Elinizdeki kitap, Şems-i Tebrizî’nin tasavvufî sözlerinden, fikirlerinden, menkıbelerinden, Mevlânâ ve diğer sûfîlerle konuşmalarından, hayatına dair anekdotlardan meydana gelir.
Nasirüddin Sahibzamani’nin Hatt-ı Sevvum adıyla neşrettiği nüsha esas alınarak Türkçeye çevrilen bu kitap, Şems’in örtülü, içsel kişiliğinin bir çözümlemesi gibidir.
O hattat üç çeşit hat yazdı:
Birincisini kendisi okudu; başkaları okumadı.
İkincisini kendisi de okudu; başkaları da.
Üçüncüsünü ne kendi okudu ne de başkaları!
(İşte) Bu üçüncüsü benim!
Şems-i Tebrizî

Yerli Ağıtları
“Afrika öyle uzak bir ülke ki,
Düşlerde bile yaşamıyor artık”
Akşam sularının kana dönüştüğü
Alev nehirlerine
Ellerimizle onu biz bıraktık
……
Sen ay
Düşe bile girmesi yasak Afrika
Hayallerim kadar ağır aksak Afrika
Altından yapılmış mermer zindanlarında
Vicdanım gibi köle
Garip tutsak Afrika…